14 Mart 2013 Perşembe
Titiz Bir Ayrılık Öyküsü
Elindeki çantayı portmantonun yanına koydu. İnce ceketini üzerinden atıp, damlaları hala üzerinden süzülen şemsiyesini şemsiyeliğin içine koydu. Yerdeki damlalardan kar gibi beyaz çorapları ıslandı. Neyse, dedi içinden, sonra temizlerim yerleri.
Bir adım daha attı artık salonundaydı. Derin bir nefes aldı ve evinin huzurunu koklamaya çalıştı. Ama olmadı. Eskisi gibi değildi. Terk edilmişti.
Ben, demişti Nurgül'ün sevmediği surat ifadesiyle. Daha özgür ruhlu birini istiyorum.
Nurgül aynı yüz ifadesini daha önce onu terk eden annesinden bahsederken görmüştü. Aynı zamanda uzun zamandır beklediği bir filme ilk biletleri alamadığında, bir de almak istediği gömleği başkasının elinde mağazadan çıkarken gördüğünde.
En son da bugün görmüştü.
Toplamda 4 defa.
Ben, demişti, daha özgür ruhlu birini istiyorum.
Nurgül'ün suratı değişmişti.
O anda yüzünde oluşan ifadeyi bilmiyordu. Onun bildiğinden de emin değildi. Acaba o da yüz ifadelerini sınıflandırmış mıydı? Mesela bugün yüzünde oluşan ifade daha önce ne zaman oluşmuştu? Bunları biliyor muydu?
O surata rağmen devam etmişti ama.
Utanmadan hem de.
Sen çok derli toplusun. Çok düzenli. Titiz. Tamam bu güzel bir şey olabilir. Ama ben bundan çok sıkıldım.
Yutkundu, birinci yumru boğazının orta yerinde durdu.
Öyle mi, dedi ağzının içinde. 3.defa hırsla bıçağını peçeteyle silmeye başladı. Tamamen bıçağa yoğunlaşmıştı ki üzerinde bir çift göz hissetti. Gözlerini kaldırdı ve 42 dakika 53 saniye sonra son kez göreceği adama baktı.
Şimdi onun yüzünde başka bir ifade vardı.
Bu ifadeyi şimdiyle beraber toplamda 12 defa görmüştü. Ama en yakın zamanda olanı (5 gün önce) bir sokak köpeğine vuran kadına bakarken oluşmuştu. Nurgül o zaman ona bayılmıştı. Hayvanlara saygılıydı. Bakışlarıyla aşağılamıştı kadını. Ama sorun şu ki şimdi ona da aynı ifadeyle bakıyordu. Onu da mı aşağılıyordu?
Bıçak elinden masaya düştü. Gözlerini utangaç bir şekilde kırpıştırıp kaçırdı. Bunu daha önceden 34 defa yapmıştı ve 41 dakika 24 saniye sonra son kez göreceği adam ona 34 seferinde de "Utanmanı çok seviyorum." demişti. Ama bu sefer öyle bir şey demedi. Bunu en son 12 gün önce söylemişti. Öğle arasında buluşmuşlardı. İş yerinin karşısındaki kafede sandviç yiyip, çay içerlerken. Ne kadar da çok peçete harcamışsın sen öyle dediğinde önce önündeki peçete yığınına bakmıştı. Sandviç yemek çoğu zaman iyi bir fikir değildi zaten. Sonra gözlerini kaçırmıştı.
Utanmanı çok seviyorum.
Tekrar yutkundu, 2.yumru 1.yumrunun tam üstüne büyük bir şiddetle kuruldu.
Ama ben her zaman böyle değil miydim, diye sordu gergin bir şekilde. Bu sefer sesi biraz yüksek çıkmıştı ve alnının sol tarafındaki doğum lekesinin kabarıp kızarmaya başladığının da farkındaydı.
Sonra dudaklarını büzdü ve sol tarafa kaydırdı. Bunu genelde kitap okurken ya da belgesel izlerken yapardı. Toplamda 65 defa yakalamıştı. En sonuncusu 16 gün önce Nurgül'ün evinde Çalıkuşu'nu okurken olmuştu. Pencereler açıktı ve güzelim eylül ayının tatlı serin akşamüstü esintisi perdeleri hafiften uçuşturarak içeriye süzülüyordu. Nurgül'ün küçük salonunda,yemek masası ve orta sehpanın arasındaki kanepede oturuyorlardı. Kanepe uzundu. Biri bir uçtaydı, diğeri diğer uçta. O Çalıkuşu'na yoğunlaşmıştı, Nurgül ise okuyor süsü verdiği moda dergisinin üzerinden onu izliyordu. Sakalları çok uzamıştı, 2 haftadır işsizdi çünkü. Artık evden çalışacaktı. O bir iç mimardı ve özgür bir ruha sahipti. Bir şirkete bağımlı olmak zorunda değildi.
Ya Konak'ta, ya Bostanlı'da ya da Nurgül'ün evinde takılırlardı. Nurgül 14 ay 8 günlük bir birlikteliğe rağmen bir kez bile onun evine gitmemişti. Evi Buca'daydı çünkü. Nurgül'ün ise deniz takıntısı vardı. Küçükken bronşit olduğu için hep denize ihtiyaç duymuştu çünkü. Ama Buca'da deniz yoktu ve Nurgül çok çok zorunlu değilse eğer Buca gibi, Bornova gibi, Menemen gibi denizden mahrum yerlere gitmezdi. Sevgilisinin evine gitmesi o kadar da zorunlu değildi ki. Hem bekar erkek eviydi sonuçta. Toparlamadan duramazdı. Başkasının evine müdahale etmeyi de sevmezdi, dağınıklığın içinde de oturamazdı. Hasta ederdi bu onu.
Baştan beni bu kadar rahatsız etmiyordu ama bilemiyorum, dedi kararsız bir şekilde. Kelimelerini dikkatle seçmeye çalışır gibiydi.
Parçaları birleştirdim ve ortaya çıkan bütünden çok rahatsız oldum.
Parçalar deyince Nurgül'ün aklına küçükken çok düşkün olduğu yapbozlar geldi. Sabırlı ve titiz bir kızdı o, elbette ki yapbozlara bayılırdı. Tam 72 yapboz tamamlamıştı. Bu 72 tanenin son 14 tanesi 2000 parçalıktı ve ortalama 10 günde bitmişlerdi. Ama uzun bir aradan sonra tekrar aldığı 1000 parçalık yapbozu bitirememişti. Bir türlü zaman ayıramamıştı ona. Yatağının sağ tarafındaki uzun kitaplığın 3.rafındaydı.
Ne parçası, diyebildi ve ardından 3.yumruyu kursağına yolladı. Güm diye bir ses geldi boğazından önceki iki yumruyla karışlaşmıştı 3.yumru. Ama o bunu fark etmedi bile.
Mesela sen bana hiç gelmedin, dedi köpeğe vuran kadına baktığı gibi bakmaya başlamıştı yine. Orta kalınlıktaki dudakları incelmiş ve gerilmişti, masaya doğru eğilip şimdi Nurgül'e çok korkunç gelen mavi gözlerini dikmiş Nurgül'e bakıyordu.
Hiç benim tavsiye ettiğim yerlere gelmedin, çünkü sen temizliğinden emin olduğun yerlere gitmek istedin.
Köpek almak istediğimi söylediğimde bunun bir şaka olduğunu düşündün ve umursamadın bile.
Sana aldığım gümüş kolyeyi bir ker bile takma nezaketinde bulunmadın, çünkü sen sadece bir yerden takı alışverişini yaparsın ve evet, haklısın ben ordan almamıştım. O kolyenin nerde olduğunu bile...
Sözünü kesti Nurgül.
Hayır hayır tabi ki hatırlıyorum. Şifonyerimin altındaki çekmecede. Eldivenlerimin yanında.
Durdu.
Alerji yapar diye korktum dedi ağzının içinde. Biliyorsun, tenim hassas.
Masanın üzerinde eğilmekten vazgeçti ve sandalyesine yaslandı. Alaycı bir gülümseme vardı şimdi yüzünde. Nurgül bu gülümsemeyi hiç ikisi yalnızken görmediği için şimdi biraz tedirgin olmuştu. En istemediği şey bu lokantadan (Nurgül'ün 8 yaşından beri güvenle tercih ettiği oldukça kaliteli bir et lokantası) hiçbir zaman, hiçbir şeye şans vermeyecek şekilde ayrılmaktı.
Sanırım o yüzden hep elimi tutmadan önce yıkayıp yıkamadığımı soruyorsun.
Sormuş muydu hiç? Gerçekten farkında bile değildi.
4.yumru boğazına tamamen tıkandı, biraz su içmek zorunda kaldı. Yumruların hırçın bir kedi gibi sesler çıkardığını hissetti.
Özür dilerim, dedi ağzının içinde.
O ciddiyetle Nurgül'ü inceliyordu.
Başını önemli değil, anlamında salladı. Ama öyleyse bile bu çok buruk bir önemli değildi. Sanki öenmli olsa daha iyi olacak gibi.
Nurgül önündeki artık buz olduğundan emin olduğu köfteleri sanki yemeye mecali varmış gibi çatal bıçağı eline aldı. Ve bıçak aniden elinden yere düştü. Korkunç bir gürültü koptu. 35 dakika 28 saniye sonra son kez göreceği sevgilisi yere düşen bıçağa bakarken sol gözünden bir damla yaş köftenin üzerine düştü. Artık onu asla yiyemezdi. Hatta bir daha köfte bile yiyemezdi. Öyle nefret etti o an.
Hesabı isteyip öderken Nurgül taş gibi hareketsiz oturuyordu. Sonra kolunu tuttu, Hadi canım gidelim artık, dedi.
Ona binlerce defa canım demiş olmalıydı.
Genelde ilişkinin ilk evrelerinde kullanılan bir hitaptır canım, ama bu ilişkide öyle olmamıştı. Güzelim demişti ilk başlarda Nurgül'e. Sonra hayatım. Tam 8 defa birtanem demişti ama hiç yakışmıyordu ağzına. 4 defa aşkım demişti ilişkilerinin 7.ayında ama o da olmamıştı. Sonra canım'ı bulmuşlardı ve mükemmel durmuştu ilişkilerinde.
Kolunu omzuna attı her zamanki rahatlığıyla. Nurgül biraz çekingen duruyordu. Karışık sokaklardan, dilencilerin yanından geçip Kordon'a çıktılar. İskele'yi görüyordu Nurgül. Baya yürümüş olmalılardı. Oysa ki hiç farkında değildi.
Saatine baktı. 12 dakika 12 saniye kalmıştı.
Yana saptılar ve bir sokağın içinde dümdüz yürüdüler. Sonra tekrar sapıp devam ettiler. Artık bilincini yitirmiş gibiydi Nurgül.
Siyah bir apartman kapısının önünde durdular. İlk öpüştükleri yerdi burası. (İlişkilerinin 3.ay, 12. günü)
Nurgül öpüşmelerini hatırlayınca birden titredi. Hiç öpüştüğü birine veda etmemişti.
Ellerimi yemekten sonra yıkamıştım ama, çıkarken tekrar yıkamadım. Boşver, sade bir veda olsun bu, dedi 5 dakika 7 saniye sonra son kez göreceği adam.
Nurgül ağzını bile açamadı. Bunu umursayacak olsam elini omzuma atmana izin vermezdim, demedi. Diyemedi. Hiçbir yararı olmayacağını biliyordu çünkü. Başını öne eğdi. Gidişini görmeme konusunda kararlıydı. Ayaklarına bakıyordu. Dockers'tan alınmış, kahverengi bağcıklı ayakkabılar.
Hoşçakal.
Sonra ayaklarını görmedi.
Gidişini görmeme konusunda kararlıydı ama kararlı olduğu başka bir konu daha vardı.
Ahmet!
Arkasına döndü. Ahmet yolun ortasında durmuş, ona bakıyordu. Şaşkın gözüküyordu, belli ki Nurgül'den beni beklemiyordu. Bu şaşkın bakışı 6. görüşüydü Nurgül'ün. En sonuncusu 2 ay 5 gün önce arkadaşlarıyla hep beraber gittikleri karaoke barda Nurgül de çıkıp şarkı söylediğinde görülmüştü. Bu 7. olmuştu ve tabi son.
Koştu ve kucağına atladı. Bunu sadece bir kere yapmıştı. 2 ocak günü kabus gördüğünde Nurgül onu aramıştı (saat 2:58'ken) ve o arabaya atlayıp gelmişti. Nurgül ona aynı bu şekilde sarılmıştı.
Ahmet de onu sardı sarmaladı. O hep şefkatli olmuştu zaten. Nurgül birkaç defa hafiften iğrendiği ter kokusunu duydu. Çok inceden geliyordu ama yoğun değildi. Erkeksi parfümü onu bastırıyordu. Ahmet biraz daha sıktı kollarını ve Nurgül'ün ayakları yerden kesildi. Tam seni seviyorum diyecekken Nurgül, gitmeliyim dedi Ahmet. Ama kolları hala sımsıkıydı.
Ama Nurgül kollarını gevşetti ve o masmavi gözlere bir kez daha baktı. Son kez. Ve arkasına döndü. Ama yürümedi ve saatine baktı. Bitmişti.
Ahmet'in de yürüyüşü duyulmuyordu ama Nurgül yine de arkasına dönmedi. Bittiğini biliyordu, emin adımlarla evine doğru yürüdü.
Apartmana girdi ve sırtını kapıya yasladı. Gözyaşları sicim sicim gözlerinden akıp yanaklarını ıslatırken makyajını umursamadı bile. 15 dakika 43 saniye sonra apartmandan dışarıya çıktı. Ahmet gitmişti. Oysa orda bekleseydi, ya da Nurgül'ün peşinden gelmeyi deneseydi Nurgül değişeceğinden ve dahası onu daha fazla seveceğinden emindi.
Ama aslında zaten bittiğini biliyordu ve Ahmet de gitmişti zaten
Nurgül ellerinin tersiyle yanaklarını sildi ve dümdüz yürüdü. Bu yolu fazla kullanmazdı. Sol tarafındaki hiç ama hiç görmediği pastaneden 10 tane damla çikolatalı kurabiye aldı. Sonra biraz daha ilerledi ve daha önce hiç yemediği bir fast food restoranından (Doğruyu söylemek gerekirse 8 senedir hiçbir fast food restoranından herhangi bir şey yememişti.) 3 tane hamburger ve nugget aldı. Bütün bu sağlıksız şeyler elindeyken yağmur yağmaya başladı. Temkinliydi, şemsiyesini açtı. Eve gidene kadar oldukça hızlanmıştı yağmur. Birazcık da koşturarak kendini evine attı.
Elindeki çantayı portmantonun yanına koydu. İnce ceketini üzerinden atıp, damlaları hala üzerinden süzülen şemsiyesini şemsiyeliğin içine koydu. Yerdeki damlalardan kar gibi beyaz çorapları ıslandı. Neyse, dedi içinden, sonra temizlerim yerleri.
Bir adım daha attı artık salonundaydı. Derin bir nefes aldı ve evinin huzurunu koklamaya çalıştı. Ama olmadı. Eskisi gibi değildi. Terk edilmişti.
Koltuğa oturmadan önce kendine bir bardak meyve suyu doldurdu. Hamburgerlerini orta sehpaya açtı ve birinden bir ısırık aldı. Daha önce hiç burda yemek yememişti. Ahmet yemek istediğinde de oldukça net bir şekilde hayır demişti. Her şeyin bir yeri vardır. Bunu hatırlayınca yumrular tekrar ortaya çıktı ama yine de iyice çiğnenmiş hamburger lokmasının geçmesine izin verdiler.
Nurgül orda beyaz kanepesinin üzerinde otururken artık değiştiğini ve bu değişimin devam edeceğini çok iyi biliyordu. Ama yazık ki Ahmet'le hiçbir zaman bir araya gelemeyeceğinin de içten içe farkındaydı. Ama bunu kendine belli etmemeye çalışıyordu.
Annesinin babası tarafından terk edildiği gece annesinin yaptığı gibi televizyon açıkken kanepede uyumaya karar verdi. Annesini özlüyordu. 14 yıl 8 ay 12 gün önce vefat etmişti.
Eve girerken olan damlaları taaa 2 hafta sonra yeni tuttuğu gündelikçi kadın temizledi. Çok iyi anlaştılar onunla.
Ama hiçbir zaman köfte yemedi.
Tabi hamburgerlerin içindekileri saymazsak.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder