24 Mart 2013 Pazar
Ölüler de Selam Söyler
Kadın aniden gözlerini açtı.
Hava zifiri karanlıktı. Anlam veremedi. O her zaman aralıksız uyurdu. Kaç saat uyuduğu önemli değildi ama hiç gecenin bir yarısı uyanmamıştı.
Acaba hasta mıyım, diye düşündü. Yattığı yerden kıpırdamadan kendini muayene etti. Hayır, hiçbir şeyi yoktu.
Bir gariplik var diye düşündü, ama yine de gözlerini kapattı.
Buzdolabının kapandığını hissetti bir an için. Ayağa fırladı. Hırsız mı?
Küçücük odasında onu koruyabilecek bir şey aradı. Ama bulamadı. Yavaşça dolabını açtı ve deri kemerini aldı. Gerektiğinde çok iyi bir savunma aracı olabileceğini biliyordu.
Kapısını yavaşça araladı. Koridor tahmin ettiğinden de daha karanlık ve korkutucu bir şekilde önünde uzanıyordu.Mutfak kapısının altından ise ufacık bir ışık süzülüyordu.
Heyecanla gözlerini ovuşturdu ve yavaş adımlarla mutfağa doğru yürümeye başladı. Avuçları terlemişti ve dili damağına yapışmıştı.
Mutfağın kapı kolunu sıkıca tuttu. Sıcaktı. Diğer elindeki kemeri hissetmek için iyice sıktı. Güven vermesini isterdi. Ama yazık ki vermedi.
Kapı kolunu birden aşağıya doğru bastırıp kapıyı ileri doğru itti ve onu gördü.
Aklına hemen dedesi geldi. Yaklaşık 2 yıl önce vefat etmiş dedesi. O da şu an mutfağında buzdolabını karıştıran adam gibi koyu renkli, ekoseli gömlekler giyer ve pantolon askısı takardı. O hafif göbekliydi ve ondan da temiz bir koku yayılırdı.
"Dede..." dedi bitik bir sesle. Kemeri tuttuğu eli aşağıya düştü. Deminki savunmacı ruh halinden eser kalmamıştı.
Adam önüne döndü. Hayır, dedesi değildi. Ama ona çok benziyordu. Çok hem de. Ama aslında hiç benzemiyordu.
Birincisi dedesinin esmer bir çehresi vardı. Bembeyaz saçlarıyla mükemmel bir tezat oluşturan esmer bir çehre. Gürdü saçları. Çok gür. Babaannesi hep derdi "Ben dedenizin bana ormanı çağrıştıran saçlarına aşık oldum ilk." diye.
İlerleyen yaşına rağmen hiç dökülmemişti.
Kahverengi, keskin ve canlı gözleri vardı. Küçükken dedesinin bu gözlerle insanın aklını okuyabildiğini düşünürdü. Biraz büyüyünce bu düşünceden sıyrıldı ama yine de tam anlamıyla sıyrılamadı, çünkü bugüne kadar dedesinin hiçbir insan hakkında yanıldığını görmemişti.
Dedesi ve onla ilgili tüm bu düşünceler zihnini sadece 1 saniye meşgul etmişti.
Adam hala buzdolabının önündeydi ve ona gülümsüyordu. Elinde geçen gün aldığı yarım bıraktığı sandviç vardı, diğer elinde de domates.
Hala dedesine çok benziyordu.
Hala dedesine hiç benzemiyordu.
Dedemin kıyafetleri mi acaba diye düşündü bir an, ama hemen vazgeçti. Bu adam dedesinden en az 10 santim daha uzundu ve omuzları daha genişti.
Aralarındaki tek fark da bu değildi ayrıca.
Bu adam düpedüz sarışındı ve masmavi gözleri vardı. Gökyüzünün tatlı mavisi gibi. Ama hep olan mavi değil. Bu mavi her zaman görülemeyecek kadar değerli bir maviydi çünkü.
Sedef her dışarı çıktığında, apartman kapısından dışarı adımını atar atmaz hemen başını kaldırır ve göğe bakardı. Gördüğü renge göre gününün nasıl geçeceğine karar verirdi ve hiçbir zaman yanılmamıştı.
Adamın gözlerindeki rengi toplamda 12 defa yakalayabilmişti.
1.si matematik sınavından 100 alıp öğretmen onu bütün sınıfın önünde tebrik ettiği günün sabahında
2.si uzun zamandır aradığı ama bulamadığı bir kitabı sokak arasındaki dandik diye nitelendirdiği bir kitapçının vitrininde yarı fiyatına bulduğu günün sabahı. (Hayır korsan değildi. 2.eldi.)
3.sü üniversite sınavına gireceği günün.
4.sü 5 senelik bir ayrılıktan sonra annesinin İtalya'dan geri döneceği günün sabahında.
5.si Almanya vizesini aldığı günün sabahı.
6.sı üniversite balo gününün sabahı.
7.si saçlarını boyatacağı günün sabahı.
8.si 13.iş görüşmesine gideceği günün sabahı. (Sonunda kabul edilmişti. Tabi düşündüğünün yarısı bir maaş ve aklına bile getirmediği bir pozisyonda.)
9.su 'O'nu gördüğü sabah.
10.su yaklaşık 4 saat arka arkaya bıkmadan dinleyeceği şarkıyla tanışacağı günün sabahında. Hala da bıkmamıştı.
11.si işyerinden bir kızla dışarı çıkıp, nihayet işyerinden gerçek bir arkadaş edindiği anladığı günün sabahı.
12.si annesinin göğsündeki kitlenin iyi huylu olduğu anlaşıldığı günün sabahı.
Fazla günlük tutan biri değildi. Yılda en fazla 5 gününü yazardı, ama bu günler harfi harfine yazılıydı.
Dedesinden biraz daha yaşlıydı bu adam. Yüzü daha fazla kırışıklıkla kaplıydı. Üstelik kırışıklıkları çok daha derindi. Ama yüzünde ya da boynunda en ufak bir sarkma yoktu. Yaşlılık değil, tecrübeyi çağrıştırıyordu. Sedef bunu hiçbir yaşlıda görmemişti daha önceden.
Ve dedesinden belki de en büyük farkı saçlarıydı. Gür olmak bir yana, neredeyse tepesinde 1 tane saç kalmamıştı.
"Merhaba Sedef!" dedi adam neşeyle. Elindekileri ufak mutfak masasının üzerine koydu, tekrar buzdolabına yöneldi.
Sedef kaşlarını çattı, kızdığında ve ağladığında alnının ortasında beliren çizginin tekrar belirginleşmeye başladığının farkındaydı.
Adam tekrar Sedef'e döndü, bu sefer elinde kendi yaptığı haydari vardı. "Haydariye bayılırım!" dedi capcanlı bir sesle. Çekmeceden çabukça çatal aldı ve sandalyeye oturdu. Sedef'e göz kırptı "Sen bu saatte yemezsin, o yüzden sadece bir çatal."
Doğru yemezdi. 9 yıldır saat 10dan sonra ağzına hiçbir şey sürmemişti. Ama bunu nerden biliyordu?
Peki bu önemli miydi? Bu adam kimdi?
Peki bu iki soru önemli miydi? BU ADAMIN MUTFAĞINDA NE İŞİ VARDI?
Zonklamaya başlayan başına rağmen adamın karşısına oturdu ve derin bir nefes aldı. Konuşup bir şeyler söylemek istedi ama dili dönmüyordu.
Ağzını açtı, boğazı kupkuruydu.
Yutkunmaya çalıştı, o da olmadı.
Adam haydariden bir çatal aldı ve mutlulukla gülümsedi. "Sen mi yaptın? Mükemmel!" Rahat bir tavırla sandviçten de bir ısırık aldı ve yavaş yavaş çiğnedi. Çok huzurlu görünüyordu. Huzurlu ve tecrübeli. Sedef içinde bulunduğu duruma rağmen hala adamdan korkmuyordu. En ufak bir korku yoktu içinde.
"Dedenin selamı var."
Dedem?
"O ölü, dalga geçme benle." dedi kaba bir şekilde. Sesi olduğundan daha kalın çıkmıştı. Boğazı kupkuruydu.
"Ölüler selam söyleyebilir Sedef."
Adamın sesi aynı zamanda rahatlatıcı ve ikna ediciydi. İkna olmuştu Sedef.
Tabii, ölüler de selam söyleyebilirdi.
Selam söyleyebilirdi ölü ya da diri herkes.
Selam söyler.
Selam.
"O nasıl?"
Adam kocaman gülümsedi. Neşeyle haydariye daldırdı çatalını ve ağzına götürdü.
"Çok iyi. Çok iyiyiz. Bizi merak etme. Ama sen iyi değilsin. O yüzden üzülüyor. Ben de üzülüyorum tabi ki."
"Nerden biliyorsunuz?"
Gerçekten de çok mutlu olduğu söylenemezdi. Sıkıntıları vardı. Gerçekleşmesi henüz hiç ama hiç beklenmeyen istekleri de vardı aynı zamanda. Bir de yalnızdı tabii. Çok yalnız hem de. Annesiyle 5 aydır yüzyüze görüşememişti. Babasından en son 3 ay önce mail almıştı ve en son ne zaman telefonda konuştuklarını hatırlamıyordu. O meşgul adamdı. Çok meşgul. Hep işi vardı. Sahi en son hangi ülkedeydi?
Bir ablası vardı Sedef'in. 17 yaşında evlenmişti. Her zaman her konuda kavga eden anne ve babası ilk defa birlik olmuş ve onu bu kararından vazgeçirmeye çalışmıştı. Ama hayır, o çok kararlıydı. 12 yaşındaydı o zaman Sedef.
Evlenmişlerdi.
Anne ve babasının teorileri tutmamıştı. Ablası şu an çok mutluydu. Üniversite okumamıştı. Bunun yerine 5 çocuk doğurmuştu. Mis gibi bir evliliği vardı ve gün geçtikçe daha da gençleşip güzelleşiyor gibiydi.
Sedef onu aramaktan hep çekiniyordu. Sanki kendisi vebalıydı ve ablasının o mükemmel, aşk dolu hayatına bunu bulaştırmaktan korkuyordu. Ama ablası onu haftada 2 defa arayıp Samsun'daki evine çağırırdı. Genelde çarşamba ve cumartesi arardı.
Sedef'i anneannesi ve dedesi büyütmüştü. Anne ve babası Sedef 12 yaşındayken, ablası evlendikten yaklaşık 1 ay sonra boşanmışlardı. Zaten boşanmadan önce de aile namına pek bir şey hatırladığını söylenemezdi. Aile anne baba değildi onun için. Anneanne dedeydi.
Anneannesini dedesinden 4 yıl önce kaybetmişti.
"Deden seni hiç bırakır mı Sedef?" dedi adam tatlı tatlı gülümseyerek.
Doğru, bırakmazdı.
"Ben çok yalnızım."
Gözleri sulanmıştı. Dudakları titriyordu. Adam bu durumu anlayışla karşıladı.
"Yalnız olduğunu düşündüğünde dedeni düşün. O hep senin yanında. Bunu fiziksel olarak hissetmen gerekmez. Maneviyat her zaman için maddiyattan daha önemlidir."
1. damla yanağından süzüldü.
"O düşündüğün pozisyona getirildiğinde de çok mutlu olamayacağını biliyorsun. Kariyerin için çabalamaktan vazgeç."
2. damla da süzüldü dümdüz bir çizgi halinde.
"Patronun senin adını bilmese de olur. Daha iyi bir evde yaşamasan da olur."
3,4 ve 5 aynı anda aktı.
"Kendini düşünmeyi öğrenmelisin."
Yanaklarını hızlıca sildi.
"Babana sen mail at mesela. Hatta yüzsüzce ara onu. Bulunduğu ülkeden bir şeyler iste."
Gözleri korkunç bir şeklde yanıyordu. Endişeyle babasını getirdi aklına. Sağlığı ne durumdaydı, bilmiyordu. Çok korktu. Hiçbir şeyden haberi yoktu.
"Samsun'u da merak ediyorsun ve hadi itiraf et Ankara'yı da özledin. Git. Onlar seni çok seviyor."
Ablasının en küçük çocuğu 3 yaşına gelmiş olmalıydı. Hiç gitmemişti Samsun'a taşındıklarından beri. Yutkundu. Bir teyzeleri vardı. Eniştesinin işleri ne durumdaydı?
"Boşver işleri, bak sana pasta getirdim."
Sedef tekrar yutkundu. Bu sözün bir değişiğini duymuştu 16 yaşındayken. Geometriden 11 aldığında. Dedesi ona "Boşver dersleri, bak sana pasta getirdim." demişti.
Adam tezgahın üzerindeki kutuyu gösterdi. Sedef ona hiç dikkat etmemişti.
"Deden seni çok özlüyor ve hep yanında, bunu sakın unutma. Mutlu olduğun zaman, istediğin herkese adını öğretebilirsin."
Adam ayağa kalktı ve pencereden dışarı baktı. "Bak güneş doğmuş. Bugün cumartesi ama insanlar yine de bir koşuşturma peşinde. Arada dinlendikleri için idare edebiliyorlar. Sen de dinlenmeyi öğren Sedef. Sen hiç dinlenmedin."
Sedefle adam göz göze geldi. Aslında Sedef'in sormak istediği bir sürü soru vardı dedesiyle ilgili. Anneannesi'nden haberi var mıydı acaba bu adamın? Neden hala korkmayıp ona inanmayı tercih ediyordu? Bilmiyordu.
"Artık gitmeliyim."
Sedef istemsizce ayaklandı. Hala adamı inceleyip dedesine ne kadar benzediğine ve ne kadar da ayrı olduklarına, bunun aynı anda mümkün olmasına hayret ediyordu.
Sonra endişeyle kendine baktı. Yorgundu. Dopdolu ama mutsuz bir iş hayatının ve bomboş bir sosyal hayatın izlerini taşıyan bir kızdı o.
Adam kapıya yöneldi. Sedef peşinden yürüdü. Adam kapıyı açtığında "Dedemle birbirinize çok benziyorsunuz." dedi Sedef. Adam gülümsedi. "En iyi arkadaşlar zamanla birbirine benzer. Birinin en iyi arkadaşı olduğu zaman bunu anlayacaksın. Sen daha hiç kimsenin en iyi arkadaşı olmadın Sedef. Ama üzülme geç değil. Pazartesi o kızın telefon numarasını al. Belki bir kahve içersiniz."
Adam kapıyı çekip çıktı.
Sedef 5 saniye dikildi. Sonra hemen kapıya sarıldı ve hızlıca kapıyı açtı. Adamın olduğuna dair hiçbir iz yoktu. Ne bir ayak tıkırtısı ne bir koku. Hiçbir şey. Çıplak ayaklarla apartmanın çıkışına doğru koştu merdivenlerden. Dışarı çıktı. Yoktu.
Nefes nefese tekrar evine çıktı. İstemeden kiraladığı evine çıktı. 1 oda 1 salon. Ama mutfağı anneannesiyle dedesinin evindeki mutfağa benziyordu. "Tek iyi yanı bu heralde." diye düşünmüştü parasının sadece bu eve yeteceğini anladığında.
Kapıyı çarpıp mutfağa koştu. Pasta hala tezgahın üzerindeydi. Yırtarak kartonunu açtı hışımla. Dedesinin seneler önce ona aldığı pastaydı. Çikolatalı, muzlu.
Ağlayacaktı. Ama kendini tuttu. Saate baktı 7ydi. Annesi her sabah ezanda uyanırdı. Telefona sarıldı ve hemen annesinin numarasını tuşladı.
"Günaydın anne. Seni çok özledim. Sanırım Ankara'yı da..."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder